BAKARA 45 |
وَاسْتَعِينُواْ
بِالصَّبْرِ
وَالصَّلاَةِ
وَإِنَّهَا
لَكَبِيرَةٌ
إِلاَّ
عَلَى الْخَاشِعِينَ |
45. Bir de sabır ve
namaz ile yardım isteyiniz. Şüphesiz ki o, haşi'lerden eğenlerden başkasına
elbette ki ağır gelir.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı sekiz başlıkta ele alacağız:
1- Sabır:
2- itaate Devam ve Aykırı Hareket
Etmeyerek Sabır:
3- Sabır ve Namaz:
4- Sabır ve Nefse Karşı Cihad:
5- Diğer Ameller ile Sabrın Mükafatı
Arasında Bir Karşılaştırma:
6- Allah da Kendi Yüce Zatını ''Sabr''
ile Nitelemiştir:
7- Haşi' Olmayanlara Namaz mı Daha Ağır
Gelir Oruç mu?:
8- Huşu Sahipleri, Haşi'ler:
1- Sabır:
Sabır sözlükte,
alıkoymak, engellemek demektir. Filan kişi sabr yolu ile öldürüldü, denildiği
zaman, ölünceye kadar alıkonuldu, engellendi demektir. Kendi nefsimi bir şeye
karşı sabrettim dendiğinde, kendimi o şeyden alıkoydum, engelledim, demek olur.
Hadis-i şerifte nehyedilen "el-masbura'' ise ölünceye kadar hapsedilen
anlamındadır. Ona (şeddeli peltek se ile) "el-mücesseme'' de denilir. Şair
Antere der ki: "Hür olarak bunu bilerek sabrettim Korkağın canı gözetleyip
durunca benimki sebat gösteriyordu."
2- itaate Devam ve
Aykırı Hareket Etmeyerek Sabır:
Yüce Allah, Kitab-ı
Kerim'inde itaate devam etmek ve emirlerine muhalefetten uzak durmak suretiyle
sabrı emrederek "sabrediniz" diye buyurmuştur. Filan kişi masiyetlere
karşı sabredicidir denilir. Masiyetlere karşı da sabretti mi, itaat üzere
sabrediyor demektir. Bu hususta söylenen en doğru görüş budur. en-Nehhas der
ki: Musibete karşı sabreden kimseye "sabredici" denilmez. Böyle bir
kimse hakkında şu şeye karşı sabırlı tabiri kullanılır. Eğer mutlak olarak
sabredici tabiri kullanılırsa, bu yaptığımız açıklamaya göre anlaşılmalıdır.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sabredenlere ecirleri şüphesiz hesapsızca
verilir.'' (ez-Zumer, 10)
3- Sabır ve Namaz:
Yüce Allah sabır ve
namaz ile'' buyruğuyla önemine işaret etmek üzere sair ibadetler arasından
özellikle namazı zikretmiştir. Peygamber (s.a.v.) da bir sıkıntı ile karşı
karşıya kaldı mı hemen namaza koşardı. Nitekim rivayet edildiğine göre Abdullah
b. Abbas'a, yolculukta bulunduğu bir sırada kardeşi Kusem'in -bir başka görüşe
göre kızının- vefat haberi verilir, istircada bulunur (inna lillah ve inna
ileyhi raciün der) ve şöyle der: Bu bir avretti ki Allah onu setretti.
ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü olduğumuz bir varlığımızdı. Allah bu
sorumluluğumuzu kaldırdı ve Allah'ın bizim için önden gönderdiği bir ecirdir.
Daha sonra yolun bir kenarına çekildi, namaz kıldı, arkasından "Bir de
sabır ve namaz ile yardım. isteyiniz" buyruğunu okuyarak bineğine doğru
gitti. Bu açıklama şekline göre burada geçen "namaz" şer'i
hüviyetiyle bilinen namazdır.
Başkaları ise burada
sözü geçen "namaz"ın sözlükte bilinen anlamıyla dua etmek olduğunu
söylemişlerdir. Bu açıklama şekline göre, bu ayet-i kerime Yüce Allah'ın şu
buyruğuna benzer: "Ey iman edenler; bir toplulukla karşılaştığınız zaman
sebat gösterin ve Allah'ı çokça anın.'' (el-Enfal, 45) Çünkü sebat göstermek
sabrın kendisidir, zikir ise duadır.
Üçüncü bir görüş:
Mücahid dedi ki: Bu ayet-i kerimede sözü geçen sabır oruçtur. Bundan dolayıdır
ki ramazana "sabır ayı" denilmiştir. Bu görüşe göre bu ayet-i
kerimede namaz ve oruç, aralarındaki ilişki dolayısıyla bir arada gelmiştir.
Çünkü oruç, şehvetlerden alıkoyar, dünyaya karşı zühdü telkin eder. Namaz ise
münkerden ve ahlaksızlıktan alıkoyar, insanın kalbine huşu verir ve namazda
insana ahireti hatırlatan Kur'an okunur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır,
4- Sabır ve Nefse
Karşı Cihad:
Eziyetlere ve itaatlere
karşı sabırlı olmak, nefse karşı cihad etmek, nefsi arzularından uzak tutmak ve
ileri gitmesini engellemek türünden bir davranıştır. Bu, peygamberlerin ve
salihlerin huyları (ahlakı) cümlesindendir. Yahya b. el-Yeman der ki: Sabır
Allah'ın sana rızık olarak verdiği halden başkasını temenni etmemek, Allah'ın
senin için hükmetmiş olduğu dünya ve ahirete dair hükümlerine rıza
göstermektir.
eş-Şa'bi de der ki: Ali
(r.a) şöyle buyurmuştur: Sabrın imana göre durumu, başın cesede karşı konumu
ayarındadır.
Taberi der ki: Ali (r.a)
gerçekten doğru söylemiştir. Çünkü iman, kalb ile bilmek, dil ile ikrar etmek,
azalarla amel etmektir. Azalarıyla amel etmeyi sürdürmeyen ve sabır göstermeyen
bir kimse mutlak anlamıyla imana hak kazanamaz. Şer'i emirler gereğince amel
etmek üzere sabretmek, kendisi olmadıkça cesedinin tam olması sözkonusu olmayan
insanın başına benzer.
5- Diğer Ameller ile
Sabrın Mükafatı Arasında Bir Karşılaştırma:
Yüce Allah, amellerin
karşılığını nitelemiş ve onlar için belli bir sınır tesbit ederek şöyle
buyurmuştur: "Güzellikle (hayırlı amelle) gelen için getirdiğinin on misli
(ecir) vardır. "(el-En'am, 160) Allah, yolunda sadaka vermenin mükafatının
daha fazla olduğunu bize bildirmektedir: "Mallarını Allah yolunda infak
edenlerin hali yedi başak bitiren ve her başağında yüz tane bulunan tek bir
tohum gibidir. "(el-Bakara, 261) Buna karşılık sabredenlerin ecrinin
karşılıksız olduğunu beyan buyurmuş ve sabreden kimseleri överek şöyle
buyurmuştur: "Sabredenlere ecirleri şüphesiz hesapsız verilir.
"(ez-Zumer, 10); "Kim de sabreder ve bağışlarsa şüphesiz ki bu büyük
işlerdendir." (eş-Şura, 43)
Şöyle bir açıklama da
yapılmıştır: Yüce Allah'ın: "Şüphesiz ki sabredenlere ecirleri hesapsız
verilir" buyruğunda sözü geçen "sabredenler" oruç tutanlardır.
Çünkü Yüce Allah, sahih bir kudsi hadisinde Peygamber (s.a.v.)'dan gelen
rivayete göre: "Oruç benim içindir, onun mükafatını verecek olan da
benim" diye buyurmaktadır. Burada tıpkı sabır hakkında da sözkonusu
etmediği gibi oruç hakkında da miktarı belli bir sevabı zikretmemektedir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
6- Allah da Kendi Yüce
Zatını ''Sabr'' ile Nitelemiştir:
Sabrın fazilet ve
üstünlüğünü belirten hususlardan birisi de şanı Yüce Allah'ın kendi zatını
sabır ile nitelemiş olmasıdır. Nitekim Ebü Musa (r.a)"ın rivayetine göre,
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İşittiği rahatsızlık verici bir
söze karşı hiçbir kimse yahutta hiçbir şey Yüce Allah'tan daha sabırlı
değildir. Çünkü insanlar Allah'ın oğlu olduğunu ileri sürüyorlar buna karşılık
O, onlara afiyet vermekte, onları rızıklandırmaktadır.'' Bu hadisi Buhari
rivayet etmiştir.
Mezhep alimlerimiz şöyle
demiştir: Şanı Yüce Allah'ın sabır ile nitelendirilmesi hilm anlamındadır. Yüce
Allah'ım hilm (halim olmak) ile nitelendirilmesinin anlamı ise, hak edenlerin
cezasını geciktirmesi demektir. Sabırlı olmakla nitelendirilmesine dair Kur'an-ı
Kerim'de herhangi bir buyruk varid olmuş değildir. Bu Ebü Musa'dan rivayet
edilen hadis-i şerifte varid olmuştur. Ehl-i Sünnet de bunu hilm anlamında
almış ve böyle açıklamıştır. Bu açıklamayı İbn Furek ve başkaları zikrederler.
Ayrıca Yüce Allah'ın isimleri arasında kendisine isyan edenlere karşı halim
olduğunun aşırı derecede olması dolayısıyla güzel isimleri arasında
"es-Sabür (çok sabırlı)" ismi de zikredilmektedir.
7- Haşi' Olmayanlara
Namaz mı Daha Ağır Gelir Oruç mu?:
Yüce Allah'ın
"Şüphesiz ki o ... ağır gelir" buyruğunda yer alan "şüphesiz ki
o"daki zamirin yalnızca namaza mı ait olduğu yoksa burada oruç anlamına
gelen "sabr"a da mı ait olduğu hususunda müfessirlerin farklı
görüşleri vardır. Yalnızca namaza ait olduğu söylenmiştir. Buna sebep olarak da
namazın nefse oruçtan daha ağır gelişini ve nefsin gözünde daha büyük
görülüşünü göstermişlerdir. Çünkü namazda nefisler alıkonulmakta
hapsedilmektedir. Oruçta sadece arzu ve şehvetlerin önü alınmaktadır. Bir ya da
iki arzusu engellenen bir kimse bütün arzularından alıkonulan bir kimse gibi
değildir. Oruçlu bir kimsenin kadınlara, yiyecek ve içeceklere duyduğu arzu
engellenmiştir. Bundan sonra ise konuşmak, yürümek insanlarla karşı karşıya
kalmak gibi bakmak ve benzeri arzulardan istediği gibi faydalanabilir ve
kendisine yasak kılınan arzular yerine bu gibi şeylerle teselli bulabilir.
Namaz kılan kimse ise bütün bunlardan alıkonulur. Namazda bütün azaları, bütün
arzu ve şehvetlerinden alıkonulur, bağlanır. Durum böyle olduğuna göre namaz nefse
daha zor ve ağır gelir, ona karşı direnmek daha çetin bir haldir. İşte bundan
dolayı burada Yüce Allah, (tekil zamir kullanarak) "şüphesiz ki o .. ağır
gelir" diye buyurmaktadır.
Bir diğer görüşe göre,
buradaki zamir her ikisine de (namaza da, sabra veya onun anlamında olan oruca
da) aittir. Ancak burada çoğunlukla vukuu görülen namaz kastedilmiştir. Yüce
Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi:
"Altın ve gümüşü
biriktirip de onu (yani altın ve gümüşü) Allah yolunda infak etmeyenler ..''
(et-Tevbe, 64); "Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman seni
ayakta bırakıp ona doğru yöneldiler.'' (el-Cum'a, 11) diye buyurmakta, burada
ilk ayet-i kerimede zamir daha çok kullanılan ve saklanan olduğundan dolayı
gümüşe; ikinci ayet-i kerimede ise tekil olan zamir daha önemli ve daha üstün
ve değerli olduğundan dolayı da ticarete aittir.
Şöyle bir açıklama da
yapılmıştır: Sabır namazın kapsamına girdiğinden dolayı zamir namaza aittir.
Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Daha doğru olan Allah'ı ve Resulünü
hoşnud etmeleridir.'' (et-Tevbe, 62) Burada "her ikisini de hoşnut
etmeleridir" anlamını verecek şekilde tesniye (ikil) zamir
kullanılmamıştır. Çünkü Allah'ın Resulünü razı etmek Yüce Allah'ı razı etmenin
kapsamı içerisindedir. Şairin şu beyiti de böyledir: "Gerçek şu ki genç
delikanlılık ile simsiyah saçlar Zora düşmedikçe delilik olur."
"Şair, burada
"her ikisi de zora düşmedikçe" demeyip zamiri sadece genç
delikanlılığa ait kılmıştır. Çünkü saçın siyahlığı da onun kapsamı
içerisindedir.
Bir diğer açıklamaya
göre zamir her ikisine de ayrı ayrı gitmekte fakat ifadenin kısa olmasını
sağlamak üzere hazfedilmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu
gibi: "Biz Meryem'in oğlunu ve anasını bir ayet (alamet, belge) kıldık.
"(el-Mu'minun, 50) Burada "iki ayet" denilmeksizin "bir
ayet" demekle yetinilmiştir. Şairin şu sözleri de bu türdendir:
"Kiminin evi barkı Medine'dedir Ben ve Kayyar ise orada bir
garib(iz)"
Burada kastı: İkimiz
garibiz, şeklindedir. Bir başka şair de şöyle demektedir: "Her bir kederin
bir genişlik zamanı vardır Sabah ve akşam ile onunla beraber iflah
olunmaz." Şair burada, ikisiyle beraber iflah olunmaz, demek istemiştir.
Bir diğer açıklamaya
göre zamir, sabır ve namazın sözkonusu edilmesi dolayısıyla her ikisinin manen
ihtiva ettiği ibadete racidir.
Bir diğer görüşe göre
ise zamir masdara aittir. Bu ise --yardım isteyiniz" emrinin gerektirdiği
"yardım dilemek" masdarıdır.
Bir başka açıklama
şekline göre bu Muhammed (s.a.v.)'ın çağırısını kabul etmeye racidir. Çünkü sabır
ve namaz Hz. Peygamber'in kendisine çağırdığı şeyler arasındadır.
Bir diğer açıklama
şekline göre ise bu zamir Ka'be'ye racidir. Çünkü namaz kılma emri ona yönelmek
suretiyle gerçekleştirilir. "Büyüktür" buyruğu buradaki ağır ve zor
gelir, demektir.
"Bunlardan istisna
ise haşi'lerdir." Yani onlardan başkalarına ağır gelir, haşi'lere ise
hafif gelir. Meanı alimleri de derler ki; Ezelde Allah tarafından seçilme ve
hidayete iletilme özellikleriyle desteklenen kimselerin dışındakilere bu ağır gelir,
demektir.
8- Huşu Sahipleri,
Haşi'ler:
Yüce Allah'ın:
"haşi'lerden başkasına elbette ağır gelir" buyruğunda sözü geçen
"el-haşiun" kelimesi mütevazi, alçak gönüllü anlamına gelen
"haşı'" kelimesinin çoğuludur. Huşu: Bir kısmı azalarda sükün ve alçak
gönüllülük şeklinde ortaya çıkan nefsı bir haldir. Katade der ki: Huşü kalpte
olur. Namazda ise korkmak ve kişinin gözünü (sağa sola bakmaktan)
alıkoymasıdır. ez-Zeccac der ki: Haşi' kişi, alçalışın ve alçak gönüllülüğün,
tevazuun etkileri üzerinde görülen kimse demektir. Evin, bayındırken harabeye
dönüşmesi gibi. Asıl anlamı işte budur. Şair Nabiğa da şöyle der: "Sürmeyi
andıran bir kül ki sonradan farkedebiliyorum; Bir havuz dibini andıran bir ark
ki çatlak ve yıkık."
Haşi' yer, yolu
bilinemeyen yer demektir. Seslerin kesilmesi halinde de bu kelime kullanıldığı
gibi balgam türü tükürdüğü takdirde yine bu kelime de kullanılır. Gözünü sağa
sola bakmaktan alıkoyan kimse hakkında da bu tabir kullanılır. Huş'a ise,
gevşek arazi parçası demektir. Nitekim hadis-i şerifte: (...); (Ka'be) su
üzerinde gevşek bir arazi parçası idi. Daha sonra (yeryüzü) oradan yuvarlatılıp
döşendi" diye buyurulmaktadır.
"Haşi' bir
belde" toz topraktan dolayı konaklayacak yeri bulunmayan belde demektir.
Süfyan es-Sevri anlatıyor:
el-A'meş'e huşu'un ne olduğunu sordum, bana, ey Sevri dedi. İnsanlara imam
olmak istiyorsun bununla birlikte huşu'un ne olduğunu bilmiyorsun. Ben İbrahim
en-Nehai'ye huşu'un ne olduğunu sordum, o da bana şöyle dedi: Uaymiş (A'meşcik)
İnsanlara imam olmak istiyorsun bununla birlikte huşu'un ne olduğunu
bilmiyorsun. Şunu bil ki huşu sert kuru şeyler yemek, kalın ve sert elbiseler
giymek, başı öne eğik durmak değildir. Huşü, şerefli olanı da sıradan olanı da
hak açısından eşit görmendir. Allah'ın sana emrettiği bütün farzlarda Allah
için huşü duymandır.
Ömer b. Hattab, başını
önüne eğmiş bir delikanlı görür de ona: Ey filan, başını kaldır, der. Çünkü
huşü kalpte bulunandan başka birşey değildir.
Ali b. Ebi Talib de
şöyle demiştir: Huşü' kalptedir. Ve müslüman kişiye karşı yumuşak davranmandır.
Namazında sağına soluna iltifat etmemektir. Bu husus Yüce Allah'ın:
"Namazlarında huşu duyan mü'minler muhakkak felaha ermişlerdir,
"(el-Mü'minun, 1-2) buyruğunu açıklarken güzel bir şekilde ele alınıp
açıklanacaktır.
Her kim kalbinde
bulunandan daha ileride bir huşü'u insanlara izhar eder, gösterirse şüphesiz
ki, böyle bir kimse onlara nifak üstüne nifak izhar etmiş olur.
Sehl b. Abdullah der ki:
Teni üzerindeki her bir kıl huşu sahibi olmadıkça kişi haşi'lerden olmaz. Çünkü
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ondan dolayı Rablerinden korkanların
derileri titrer. "(ez-Zumer, 23)
Derim ki: İşte övülmeye
değer olan huşu budur. Çünkü korku (havf) kalbe yerleşti mi zahir huşu'u da
beraberinde getirir. Kişi bunu bertaraf etme imkanını bulamaz. Ondan dolayı sen
böyle bir kimseyi başını önüne eğmiş, edepli ve alçak gönüllü bir görünüme
sahip görürsün. Selef ise, bu tür dışa yansıyan davranışlarını mümkün olduğu
kadar gizlemek için olanca gayretlerini harcarlardı. Yerilen, sevilmeyen huşü
ise insanın öyle olmadığı halde kendisini öyle göstermesi, içinden gelmediği
halde ağlaşır olması ve başını sun'i bir şekilde önüne eğmesidir. Nitekim
cahiller, kendilerine iyi bir gözle bakılsın, saygı duyulsun diye böyle yapmaya
kalkışırlar. Bu ise şeytanın bir aldatması, insan nefsinin insanı
kandırmasıdır. el-Hasen'in rivayet ettiğine göre adamın birisi Ömer b.
el-Hattab'ın yanında üzülüyormuş gibi iç geçirir. Hz. Ömer ona elini yumruk
yapıp vurur. Hz. Ömer, konuştuğu zaman sesini işittirir, yürüdüğü zaman hızlı
yürür, vurduğu zaman da acıtırdı. Bununla beraber o, gerçekten ibadete düşkün
ve samimi bir kimse idi, gerçek manada huşu sahibi bir kişi idi.
İbn Ebi Necih'in
rivayetine göre de Mücahid şöyle demiştir: Haşi'ler gerçek mü'min olan
kimselerdir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN